“Memnun etmek”, “memnun olmak”, daha genel bir kavram olarak “memnuniyet” yaşamımızda önemli bir yere sahip mucizevi bir kelime…
Hadi gelin bakalım gerçekte de öyle mi?
Bizler kontrolümüz dışında olan bir kültürün, öğretinin içine doğduk. Neyi, nerede, ne zaman, nasıl yapacağımız bize o kültürün bilgisi ölçeğinde öğretildi. Oysa bize nasıllar değil NEDEN’ler lazımdı. Hiç sorgulamadan öğretilenleri uygulamaya ve bulunduğumuz ortama, düzene ayak uydurmaya çalıştık.
İşte tam da bu süreçte tanıştık memnuniyet kavramı ile…
Memnun olmak, daha çok ta memnun etmek bizim çaba konumuzdu. Hele bir de ardından kocaman bir aferin aldık mı, keyfimiz yerine gelirdi. Aferin almak takdir görmek gibiydi bizim için.
Otoriteler tarafından onay görmüş bir iş başarmış ve madalya töreninde kocaman bir “AFERİN” almıştık. Gururumuz okşanmış, motivasyonunuz artmıştı.
Peki şimdi ne olacaktı.? İşte kilit soru bu…
Daha fazla aferin almak ve takdir görmek için gerekliliklerin ne olduğu ortadaydı. İstenileni hatta daha fazlasını yapmak ve daha fazla “AFERİN” toplamak… Gerekirse rakiplerle mücadele edip daha fazla öne çıkmak.
Zaman ilerledikçe ceplerimiz aferinle dolarken, kalbimizdeki boşluk ta onunla eş değerde büyüyordu sanki…
Çünkü anlamsız bir denklem gibiydi aferin için çalışıp karşılığında farkedilmemek, değer görmemek.
Aç kalmak, susuz kalmak gibiydi.
Günler geçip büyüdükçe aferinler ağır gelmeye başladı hepimize. Nedensiz, niçinsiz yükler gibi. Aferinler geldikçe kendi yörüngemizden ayrılıp başkalarının uydusu gibi olmuştuk.
Aferin gıdasını alamayınca emziği düşmüş çocuk gibi ağladık hayatın içinde.
Mutsuz okul yaşamı, meslekler, işler, ilişkiler, evlilikler geldi ardından. Mutsuz diyorum çünkü geri dönüp bakınca cebimizdeki aferinlerin kendimiz için iyi bir yatırım olmadığını görüyorum.
Aferine ihtiyaç duymadan özgür seçimlerle ilerlemek için geç değildir tabi ama…
Ama lar Fakat’lar imkansızlar geldi hep her cümlenin başına.
her cümle derin bir iç çekişle başlayıp sonrası ama/fakat ile devam eder oldu. Yaşamın içinde yönümüzü kaybetmiş kaybolmuştuk artık.
“BEN’İ GÖREN VAR MIIII?”
Oysa aferin için, takdir edilmek birilerinin gözüne girmek, onayını almak, dikkatini çekmek için kendi hayallerimizi kendi mutluluğumuzu ıskalamıştık.
Sahi ben nelerden hoşlanırım?
Beni en çok ne mutlu eder?
Ne yapmak bana iyi gelir? Çocukken tüm renkler hayatımın merkezindeydi, şimdi neden her şey bu kadar siyah-beyaz ve gri?
…….
Başkalarının beklenti ve istekleri için bir şey ya da hiç birşey yapmak zorunda kalmasak bu öğretiden kendimizi sıyırsak yaşamımız nasıl olurdu acaba?
Kendi yolumuzda ilerlemek bize nasıl hissettirirdi acaba?
Çocuklarımızı aferin almak, annesinin, babasının ya da çevresinin takdirini toplamak isteklerini, hayallerini gerçekleştirmek için değil de kendi yolunda özgür seçimler yapmalarını desteklemek için yetiştirsek bu evrende nasıl bir mucize yaratırdı acaba?
Sayın anne, babalar ebeveynler;
Çocuklarımızın, mutluluklarına yelken açmaları için rüzgar olsak onlara mesela ya da yorulduklarında sırtını dayayıp gölgesinde dinlenebileceği bir ağaç…
Onlara gideceği yolu göstermek yerine içindeki gizli yol haritasını keşfetmesi için sorular sorsak, rehber olsak…
Senin hayallerin ne çocuk?
Bu hayatta ne yapmak istersin?
Bunu gerçekte isteme sebebin ne?
Peki bu hedefine ulaşmak için ihtiyacın olan ne?
Bu konuda benim senin için yapabileceğim bir şey var mı?
Ve onlara tüm kalbimizle rehberlik etsek;
Şunu bilmelisin ki çocuk, sen eğer istersen kendi mucizeni açığa çıkarman için ilahi evren daima sana yol gösterecek. İçindeki sese, yüreğinin sesine kulak ver.
Dışarısı gürültülüdür unutma, cezbedicidir. Zaman zaman cezbeye kapılabilirsin lakin sakın ola umutsuzluğa kapılma.. kendine inan, vazgeçme kendinden ve içindeki rehberine güven. Onaylanmak için dışarıdan bir referansa ihtiyaç duyma, sahip olduğun güç senin içinde ve hep seninle.
Hata yapmaktan korkma,
Doğar doğmaz konuşmadın sen, yürümedin, ama hep denedin…
Sesler, harfler, kelimeler cümleler… yuvarlandın, emekledin, düştün kalktın, düştün ve bir daha, bir daha kalktın, asla pes etmedin , ağladın, güldün, canın yandı ama sonra hep geçti… Renkleri hep çok sevdin. Gördüğün, dokunduğun her şeyi çok sevdin. Keşfetmeyi ve kendini deneyimlemeyi. Bana anne/baba olmayı sen öğrettin unutma! Sen benim için bir öğretmen oldun, ayna oldun hatırla. Zamanı gelince sende olgunlaşıp yaşamın içine tohum olacak onu sulayacaksın.
Diyeceğim o ki çocuk, hayat en iyi öğretmendir. Yolunu ve yönünü kaybetmediğin sürece sana rehber olur, ışık tutar… Sen yeter ki mutluluğun için, hayallerin için yürü… kalbinin sesi seni daima sevgiyle takip eder.
Geçmiş, şimdi ve geleceğin tüm çocuklarına zamansız kelimeler…
İlkay AS